ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
The Medical Bulletin of Sisli Etfal Hospital - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 40 (3)
Volume: 40  Issue: 3 - 2006
ORIGINAL RESEARCH
1.Emergency injuries of the hand
Semra Karşıdağ, Kemal Uğurlu, Lütfü Baş
Pages 7 - 18
Abstract |Full Text PDF

2.Comparison of postoperative analgesia methods in pediatric lower abdominal surgery
Nilgün Kılınçoğlu, Sibel Oba, Inci Paksoy, Özgür Özbağrıaçık
Pages 19 - 24
Amaç: Bu çalışmada, pediatrik günübirlik alt batın operasyonları için postoperatif analjezi yöntemlerinin etkinlik ve yan etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: Anestezi indüksiyonu sonrası, rastgele üç gruba ayrılan hastalardan 1. gruba (n-10) operasyon bitiminde yara dudaklarına 1 mg/kg %0,25 bupivakain infiltrasyonu yapıldı. 2. gruba (n=10) yine operasyon bitiminde rektal 20-25 mg/kg parasetamol suppozituar verildi. 3. gruptaki (n-10) hastalara, kaudal epidural aralığa girilerek 2 mg/kg bupivakain İml/kg serum fizyolojik ile tamamlanarak yapıldı. Operasyon boyunca olgular, kalp tepe atımı ve oksijen satürasyonu açısından monitorize edildi. Postoperatif dönemde ilk 6 saat boyunca saat başı solunum frekansı, KTA, sedasyon ve modifiye TPPPS ağrı skalasına göre takip yapıldı. Daha sonraki 6 saatte sedasyon ve modifiye ağrı skalası taburcu edilen hastaların evlerinden telefonla takip edildi. Modifiye TPPPS ağrı skalasına göre skoru 3’ün üzerinde olan hastalara, rektal 20-30 mg/kg parasetamol verildi ve evde de aynı doz önerildi. İstatistiksel değerlendirmelerde, Ki-kare ve Fisher‘s exact test kullanıldı. p<0,05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: 3. grubun uyanma süresi diğer gruplardan istatistiksel olarak anlamlı derecede uzun, 2. grubun 1. saatteki ağrı skoru ise yüksek bulundu. (p<0,05) 3. grupta 3 olguda bulantı-kusma, idrar retansiyonu gibi yan etkiler görüldü.
Sonuç: Sonuç olarak, çocuklarda günübirlik, alt batın operasyonlarında parasetamol kullanımının ve yara dudaklarına lokal anestezik infiltrasyonu uygulamasının kaudal bloğa alternatif olabileceği kanaatine vardık.
Objective: In this study, we compared the efficiency and side effects of the postoperative analgesia methods in pediatric population undergoing outpatient lower abdominal surgery.
Study design: After induction of anesthesia, patients were randomly divided into 3 groups. At the end of surgery, the first group of patients (n-10) were administered 1 mg/kg 0,25 % bupivacain in incision site, the second group (n-10) received 20- 25 mg/kg rectal paracetamol. The third group (n-10) had caudal block with 2mglkg bupivacain diluted with saline to obtain Iml/kg solution. Peroperatively, patients’ heart rale and 02 saturation levels were monitorised and during 6 hours postoperatively, respiratory> rate, heart rate, sedation and modified TPPPS pain scale were noted for all the patients every hour In the next 6 hours, the same parameters were followed up by phone, in discharged patients. According to modified TPPPS pain score, rectal 20-30 mg/kg paracetamol were administered to the patients who had a score level more than 3. And this treatment was continued at home.Chi-square and Fisher’s exact test were used for statistical analyses. p<0,05 was considered statistically significant.
Results: The recovery time was significantly long in the 3rd group and the first hour pain score in the 2nd group was statistically high. (p<0,05) In 3 patients of the 3rd group, side effects such as nausea and vomiting, urine retention were observed.
Conclusion: We believe that the infiltration of local anesthetic in incision site or the administration of rectal paracetamol may be a good alternative to caudal block in pediatric patients undergoing outpatient lower abdominal surgery.

3.Comparison of remifentanil and alfentanil effects on hemodynamic parameters and recovery of patients undergoing tonsillectomy
Özgür Özbağrıaçık, Sibel Oba, Inci Paksoy, Melahat Erol, Ömer Aktaş, Güneri Atalan
Pages 25 - 34
Amaç: Tonsillektomi operasyonlarında remifentanil ve alfentanilin peroperatif hemodinami ve postoperatif derlenme yönünden karşılaştırılmasını amaçladık.
Gereç ve yöntem: Tonsillektomi operasyonu planlanan 30 çocuk olgu rastgele iki gruba ayrıldı. Olgulara aynı anesteziklerle indüksiyon yapıldı. Grup R’ye 1 mcg/kg bolus ardından 0,5 mcg/kg/dk infüzyon dozunda remifentanil, Grup A’ya 10 mcg/kg bolus ardından 2,5 mcg/kg/dk infüzyon dozunda alfentanil verildi. Olguların anestezi, cerrahi süreleri ve ekstübasyon zamanları kaydedildi. Başlangıç, entübasyon, ağız açacağı öncesi ve sonrası, tonsillektomi insizyonu öncesi ve sonrası ve ekstübasyondaki Sistolik Kan Basıncı(SAB), Diastolik Kan Basıncı(DAB), Kalp Atım Hızı (KAH) ve Oksijen Satürasyonu (Sp02) değerleri işaretlendi. Ekstübasyon sonrası hemodinamik değerleri, Sp02, PACU taburcu skorları ve CHEOPS ağrı değerleri kaydedildi.
Bulgular: Entübasyon sırasındaki KAH Grup A’da anlamlı yüksek bulundu. Grup R’de ağız açacağı öncesi ve sonrası, tonsillektomi insizyonu öncesi ve sonrası SAB değerleri anlamlı düşük bulundu. Ekstübasyon süresi Grup A’da anlamlı uzundu. Grup A’ da postoperatif Sp02 değerlerinde anlamlı düşüşler saptandı. PACU taburcu skorlarının 1.dakika değerinin Grup R’de anlamlı yüksek olduğu görüldü, (p <0.05) Sonuç: Pediatrik tonsillektomilerde remifentanilin alfentanile göre daha iyi hemodinamik stabilité sağlayacağı, kısa sürede ekstübasyona izin vereceği, postoperatif dönemde daha az hipoksiye yol açacağı düşüncesindeyiz.
Objective: The aim of this study was to compare the peroperative hemodynamic parameters and postoperative recovery effects of remifentanil and alfentanil on patients undergoing tonsillectomy. Study design: 30 pediatric patients were randomly divided into two groups. All of the patients received the same anesthetics agents during induction. Group R had 1 meg/kg bolus then 0,5 mcg/kg/min infusion dose of remifentanil. Group A had 10 mcg/kg bolus then 2,5 mcg/kg/min infusion dose of alfentanil. Anesthesia, surgery and extubation times of each pa¬tient were registered. At the begining, during intubation, before and after installation of mouth-opening device, before and after tonsillectomy incision and during extubation SBP, DBP, HR and Sp02 values were noted. After extubation hemodynamic parameters, PACU discharge scores and CHEOPS pain scores were registered. Results: In Group A, HR was found significantly higher du¬ring intubation. In group R, before and after installation of mouth-opening device, before and after tonsillectomy incision the SBP values were found significantly lower. Extubation time was significantly longer in Group A. In Group A, postoperative Sp02 values were significantly low. The PACU scores of Group R at the first minute was high (p <0.05). Conclusion: Our study shows that in pediatric tonsillectomies in comparison with alfentanil, remifentanil gives better hemodynamic stability, allows earlier extubation and causes less hypoxia during postoperative period.

4.Our experiences of regional anaesthesia in urologic surgery
Ayda Başgül, Ayşe Hancı, Güneri Atalan
Pages 35 - 38
Anestezi pratiğimizi değerlendirmeyi ve rejyonel anesteziye ilgimizi araştırmayı amaçladık. Rejyonel anestezi kullanımına ilginin giderek artmasına rağmen ürolojik cerrahide rejyonel anestezi tercih sıklığımızı ve seçilen rejyonel anestezi tiplerini değerlendirdik. 2000-2004 arasında rejyonel anestezi oranımız % 37. 5 ve en sık tercih edilen rejyonel anestezi tipi spinal anestezi idi.
We aimed of evaluating current anesthetic practice and regional anesthesia enthusiasm. Despite a trend toward the use of regional anaesthesia,we evaluated our regional anesthesia frequences and preferences in anesthesia practice of urologic surgery. Our range of regional anaesthesia was 37. 5 % in between 2000-2004 and the most preferable type of regional anaesthesia was spinal anaesthesia.

5.Characteristics of patients with mumps diagnosed during an epidemics in Istanbul
Mutlu Terzioğlu, Günseli Bozdoğan, Fügen Pekün, Abdülkadir Göğremiş, Feyzullah Çetinkaya
Pages 39 - 42
Amaç: Bu çalışmanın amacı Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne parotis lojunda ağrılı şişlik şikayeti ile başvuran ve kabakulak tanısı alan çocuklarda kabakulak infeksiyonunu çeşitli yönleri ile değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Çocuk Acil Polikliniği’ne 2 Temmuz 2004-30 Temmuz 2004 tarihleri arasında parotis lojunda ağrılı şişlik ve ateş şikayeti ile başvuran ve kabakulak tanısı alan 105 çocuk alındı. Çalışmaya alınan çocukların ayrıntılı öyküsü alınarak fizik muayeneleri yapıldıktan sonra ilki başvuru tarihinde, İkincisi bir hafta sonra olmak üzere toplam 2 kere venöz kan örneği alındı ve amilaz ve lipaz düzeyleri çalışıldı.
Bulgular: 105 hastanın 95’inin (%90.5) Sağlık Bakanlığı’nın aşılama programına göre aşılandığı, 10’unun (%9.5) ise bu programa uymadığı saptandı. 10 çocuğa (%9.5) kabakulak aşısı yapılmış iken, 95’i (%90.5) kabakulak aşısı ile aşılanmamıştı. 45 çocuğun (%42.9) kardeşinde geçirilmiş kabakulak öyküsü var iken, 60’ında (%57.1) kardeşinde geçirilmiş kabakulak öyküsü yoktu. 105 hastanın 102’sinde (%97.1) infeksiyon anında amilaz düzeyi yüksek olup, 1 hafta sonra alınan kontrolde amilaz düzeyinde anlamlı düşüklük saptandı. Yüksek lipaz düzeyleri sadece 8 hastada (%7.6) saptandı.
Sonuç: Kabakulak hastalığı ülkemizde hala oldukça sık görülmektedir. Kabakulak enfeksiyonu ve enfeksiyona sekonder gelişebilecek komplikasyonlara engel olmak üzere kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının ülkemizdeki rutin aşılama programında yer almasının gerektiği kanısındayız.
Objective: The aim of the present study was to evaluate the mumps infection course in patients who admitted to Okmeydanı Training and Research Hospital Pediatric Emergency Department with complaints of painful enlargement of parotids gland and diagnosed as mumps infection.
Material And Methods: One hundred and five patients who admitted to pediatric emergency department between 2nd of july 2004 and 30th of july 2004 with complaints of painful enlargement of parotid glands and diagnosed as mumps infection were included into the study. After medical history was taken and physical examination was done venous blood was taken twice apart 1 week for measurement of serum amylase and lipase levels.
Conclusion: Mumps infection is still common in our country. MMR vaccine should take place in routine vaccination program in our country to prevent mumps infection and its complications.

6.Marjolin’s ulcer arising in scar tissue: Retrospective analysis of 1998-2005
Bülent Saçak, Semra Hacıkerim Karşıdağ, Uğur Tosun, Kemal Uğurlu, Damlanur Sakız, Lütfü Baş
Pages 43 - 47
Marjolin ülseri terimi, kronik yaralardan gelişen malign tümörler olarak tanımlanabilir. En sık yanık skarında görülmesine rağmen, daha az sıklıkla diğer kronik açık yaraların zemininde de gelişebilir. Kliniğimizde 15 hastada yanık skarı zemininden gelişen 16 marjolin ülseri vakasını retrospektif olarak değerlendirdik. Hastaların yaş ortalamaları 49,8 olup, %67’si erkekti. Lezyonlar alt ve üst ekstremite ile gövde yerleşimliydi. 12 hastada tümör çapı 10 cm’nin altındaydı. Skar yaşı ortalaması 36,12 yıldı. Ortalama ülsere tümöral lezyon çapı 8.56 cm olarak saptandı. Ameliyat öncesi değerlendirmelerde lenfadenopati saptanan olgu sayısı 4 idi. Lezyonları histopatolojik incelemelerine göre sınıflandırdığımız zaman, 3 tanesi displazi, 2 tanesi karsinoma in situ, 11 tanesi ise epidermoid karsinomdu. Hastalara rezeksiyon ve kısmi kalınlıklı deri grefti ve lokal fleplerle rekonstrüksiyon uygulandı. Displazisi mevcut 3 hastaya 1cm, sağlam sınır ile rezeksiyon uygulanırken, diğer hastalara 2 cm, sağlam cerrahi sınır ile rezeksiyon uygulandı. 6 hastaya bölgesel lenf nodu disseksiyonu uygulandı. Hastalarımızdan ikisi radyoterapi gördüler. Hastaların operasyon sonrası takiplerinde aynı geniş skar zemininde ikinci bir odakta lezyonu olan hasta hariç rekürrens gözlenmedi.
Marjolin’s ulcer can be termed as a malignant tumor arising in chronic scar tissue. Although mostly seen in burn scars, it can occur in the presence of other chronic wounds. We present a total of 16 Marjolin’s ulcers of 15 patients treated in our clinic between 1998 and 2005. Patients had a mean age of 49.8 years and showed 67% male predominance. Lesions were located at the trunk, upper limbs and lower limbs. 12 cases presented with a tumor diameter less than 10 cm. Mean scar age was 36,12. Mean ulcer diameter was 8,56 cm. Initial lymphadenopathy was detected at 4 of our cases. His- topathologically, preoperative biopsies revealed dysplasia in 3 cases, carcinoma in situ in 2 cases, and epidermoid carcinoma in 11 cases. Resection followed by either skin grafting or local flaps were performed for all the patients. Surgical margins were applied as 2 cm for all cases except the cases with dysplasia, where surgical margins were applied as 1 cm. Six of the cases were gone under regional lymph node dissection simultaneously with the resection. Two of the cases took further radiotheraphy. Except the case with tumor at two distinct locations, no reccurence was seen at the follow-ups. Two cases were lost with metastasis.

CASE REPORT
7.Radiological imaging in appendiceal mucocele: Two cases of appendiceal mucocele
Alper Özel, Ozan Karatağ, Gülden Yenice, Can K. Çalışkan, Muzaffer Başak
Pages 47 - 50
Apendiks tümeninde anormal mukus birikmesi sonucu kistik bir kitle şeklinde görülen apendiks mukoseli nadir bir antitedir. Apendektomi spesinıenlerindeki mukosel insidansı %0.25’dir. Apendiks mukoselinin preoperatif tanısının konulması, cerrahi sırasında rüptiir ile psödomiksoma peritonei gelişebilmesi ve malign transformasyon sürecinin önceden belirlenmesi açısından önemlidir. Biz bu olgu bildirisinde; apendiks mukosel olgusunun tanısının konulmasında, ultrasonografı ve bilgisayarlı tomografi bulgularının sunulmasını ve bu görüntüleme yöntemlerinin onu taklit eden durumlardan ayırt edilmesindeki rolüne değinmeyi amaçladık.
Mucocele of appendix, a cystic mass resulting from dilated appendiceal lumen caused by abnormal accumulation of mucus, is a rare entity. The incidence of mucocele in appendectomy specimens is about %0.25. The preoperative diagnosis of mucocele of the appendix is important because of the possibility of rupture at surgery with development of pseudomyxoma peritonei and to predict malignant transformation. In this case report; we aimed to reveal the findings in ultrasonography and computed tomography in diagnosing appendiceal mucocele and discriminating it from mimicking conditions.

8.Volatil induction and maintenance of anesthesia with sevoflurane in apert’s syndrome
Hakan Erkal, Esra Onuray, Yaman Özyurt, Zuhal Arıkan
Pages 51 - 53
Apert sendromu kraniyosinostoz, maksiller hipoplazi ve sindaktili ile karakterize, beraberinde kardiak, gastrointestinal, genitoüriner ve merkezi sinir sistemi patolojilerinin görüldüğü konjenital bir hastalıktır. Apert sendromu’ lu pediatrik olgulara, sıklıkla ortopedik ameliyatlar için genel anestezi uygulanır. Bu makalede, Apert sendromu tanısı konulmuş 3 aylık kız olguda larengeal make (LMA) ile genel anestezi uygulamamızı sunduk. Anestezi indüksiyonu, % 1-8 sevofluran ve fentanil (1 mkg.kg-1), hava yolu larengeal maske, anestezi idamesi % 40 nitroz oksit-oksijen karışımı ve % 1-3 sevofluran ile sağlandı. Gerek indüksiyon, gerekse idamede herhangi bir sorun gelişmedi.
Apert’s syndrome is a congenital disorder characterized by cranyositosis, maxillary hypoplasia and syndactyly accompanied by cardiac, gastrointestinal and genitourinary defects. General anesthesia frequently applied to pediatric patients with Apert’s syndrome for orthopedic surgeries. In this paper, we reported our general anesthesia application to a 3-months female case diagnosed with Apert’s syndrome. We used sevoflurane 1-8 % and fentanyl (1 meg.kg-1) for anesthesia induction and maintained anesthesia with nitrous oxide 40 %, oxygen, and sevoflurane 1-3 % after introducing laryngeal mask airway (LMA). There were not seen any problems during anesthesia.

9.High grade primary duodenum lymphoma presented with obstructive jaundice
Gamze Uğurluer, Sercan Özyurt, Ferdi Aksaray, Nalan Aslan, Mübeccel Tümöz
Pages 54 - 56
Primer dudenum lenfoması nadir bir klinik antitedir. Tıkanma ikteri ile başvuran hastalarda ayırıcı tanıda sıklıkla düşünülmez. Bu makalede sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı şikâyetleri ile başvuran ve duodenunı 2. kısmından alman biyopsi ile non-hodgkin lenfoma tanısı konan bir hasta sunulmuştur.
Primary duodenum lymphoma is a rare clinical entity. In differential diagnosis of patients with obstructive jaundice, it is often not thought. In this report, a patient who came with complaints of jaundice, itching and weight loss and was diagnosed as non-hodgkin lymphoma through a biopsy from second part of duodenum is presented.

LookUs & Online Makale