ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
The Medical Bulletin of Sisli Etfal Hospital - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 38 (1)
Volume: 38  Issue: 1 - 2004
ORIGINAL RESEARCH
1.Deep venous thrombosis
Mehmet Mihmanlı, M. Ece Dileğe
Pages 7 - 18
Abstract |Full Text PDF

2.Seroprevalance of hepatitis a in children between 2 and 15 years old
Esra Deniz Papatya, Tülay Olgun, Mahmut Ekici, Nafiye Urgancı, Gül Özçelik, Deniz Çakır
Pages 19 - 23
Amaç: Hepatit A ülkemizde önemini halen korumakta olan, özellikle çocukluk çağında görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu çalışma Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine başvuran faklı sosyo¬ekonomik düzey ve farklı yaş gruplarındaki çocuklarda anti- HAV seroprevalansını saptamak ve aşı stratejisini belirlemek üzere yapıldı.
Gereç ve Yöntem: Çalışma içiıı 2002 Nisan-2002 Eylül ayları arasında çeşitli sebeplerle polikliniğimize başvuran, klinik olarak belirgin sardık geçirme öyküsü olmayan 606 vakada, mikro ELISA yöntemiyle anti-HAV total çalışıldı.
Bulgular: Anti-HAV total düzeyine göre yapılan incelemede 319 (%52,6) vaka seropozitif 287 (%47,4) vaka seronegatif bulundu. Seropozitiflik 2-3 yaş grubunda en az %34,7, 14-15 yaş grubunda en fazla %88,3 olarak saptandı. Seropozitifliğin yaş, evde yaşayan kişi sayısı ve kardeş sayısı artıkça an¬lamlı derecede arttığı saptandı (p<0.001). Cinsiyetler arasında anti-HAV total seropozitifliği açısından anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Sosyoekonomik düzey kötüleştikçe anti-HAV seropozitifligin artığı saptandı (p<0.001).
Sonuç: Batı illerimizde yapılan çalışmalar okul çağma gelen çocukların %80’den fazlasının HAV’a duyarlı olduğunu göstermektedir. Bizim çalışmamızda da polikliniğe başvuran çocukların topluma açıldıkları okul ya da anaokulu çağında %50-%55 oranında HAV’a duyarlı dır. Bu çocukların aşılanmasının, tenıas riskinin yüksek olduğu dönemde hepatit A’ya karşı korunmalarını sağlayacağını düşünmekteyiz.
Objective: Hepatitis A virus (HAV) infection especially acquired during childhood.This infection still an important health problem in our country. We studied anti-HAV Ig G antibody levels in the members of different age groups and different socioeconomic status groups children and adolescents that administrated Şişli Etfal Hospital Pediatrics policlinics for determining anti-HAV Ig G seroprevalance and Hepatitis A vaccination strategy.
Study Design: During the period of April 2002-September 2002, 606 children and adolescents administrated pediatrics policlinics for any reasons that tested for anti-HAV Ig G antibody. None of them hadn’t jaundice. Blood samples were tested by micro enzyme linked immunosorbent assay (ELİSA). We used Bio-Rad kit to detect anti-HAV Ig G.
Results: 319 (%52,6) patients were seropositive. 287 (%47,4) patients were seronegative. In the age group of 2-3 years old seropositivity was the most decreased. %34,7 patient in this age group was seropositive. In the 14-15 age group seropositivity rate was the most increased. Seropositivity rate of this group was %88. Seropositivity rate is inceased by many factors such as low level socioeconomic status, older age groups, families which have lots of members (p<0.001). No seropsitivity difference found between male and female groups (p>0.05). When the socioeconomic status got become worst anti- HAV IgG seropositivity was increased (p<0.01).
Conclusions: Studies which were done in our western areas shows that over % 80 of school age children are sensitive for HAV infection.In our study children who were at preschool age are sensitive for hepatitis A virus infection. In this groups sensitivity rate is %50-55. In our opinion Hepatitis A vaccine may be advised to the seronegative preschool age groups.

3.Retrospective evaluation of the patients with tuberculous meningitis for early diagnosis
Tülay Olgun, Gül Özçelik, Esra Deniz Papatya, Deniz Çakır, Mahmut Ekici, Atalay Demirel
Pages 24 - 27
Tüberküloz menenjit erken tanı konulamadığında, yüksek oranda mortalité ve morbiditeye sebep olmaktadır. Bu amaçla klinik olarak tüberküloz menenjit olduğu düşünülen 32 hasta retrospektif olarak incelendi. Hikaye, fizik muayene, BOS ve kraniyal tomografi bulguları kaydedildi. 21 hasta beş yaş altındaydı, tüberkülozlu olduğu bilinen bir vakayla temas öyküsü 13 (%40) hastada, Mantoux deri testi pozitifliği 9 hastada (%2B) saptandı. BCG aşısı 9 (%28) hastaya yapılmıştı. 6 hastada (%J8) göğüs radyogramında anormallik saptandı. Hastaların %57’si ilk başvuruda Evre İT de, %31’i Evre III’ deydi. 3 hastada BOS ya da açlık mide suyunda Mycobacterium tuberculosis kültürde üretildi, 3 hastada asiclo rezistan boyamayla basil saptandı. Kraniyal tomografide 14 hastada (%43) hidrosefali, 4’ünde (%12) bazitler tutulum, 5’inde (%15) tüberküloma tespit edildi. Nörolojik semptom ve bulguları olan ve tüberküloz için risk faktörü taşıyan tüm çocuklarda ilk akla gelen MSS tüberkülozu olmalıdır.
Tuberculous meningitis is associated with high morbidity and mortality if there is a delay in diagnosis. 32 children clinically suspected to have tuberculous meningitis were included in this study. History, examination, CSF findings and CT scan were recorded 21 patients were younger than five years, a contact source was identified in 13 patients (%40). Previous BCG had only been given to 9 (%28). The Mantoux reaction was positive in 9 (%28), abnormalities of the chest X- ray were found 6 (%18). %57 percent of these patients presented with stage II and 31 percent of the patients presented with stage III. Mycobacterium tuberculosis was either culture or identified by acid-fast stain from CSF and early morning gastric aspirates in six patients. Cranial tomography scans of the patients showed hydrocephalus in fourteen patients (%43) and basillar enhancement in four patients, Tuberculoma in five patients. The diagnoisis of CNS tuberculosis should be considered in all children with neurologic signs and symptoms of, and risk factors for tuberculosis.

4.A study of sentinel lymphadenectomy in malign melanoma cases
Soner Tatlıdede, Semra Karşıdağ, Derya Özçelik, Murat Atay, Ismail Kuran, Lütfü Baş
Pages 28 - 33
Amaç: Lenfatik haritalama, tümörün drene olduğu efferent lenfatik kanalın açıklığı ilk lenf nodunun (sentinel lenf nodu “SLN" ) tayin edilmesidir ve metastatik hastaların mevcudiyetini araştırmada kullanılan ve halen üzerinde çalışılan bir yöntemdir. Bu çalışma, lenfatik haritalama yönteminin evreleme ve tedaviyi yönlendirmedeki rolünii araştırmak amacı ile planlandı.
Gereç ve Yöntem: Son 1,5 yıkla kliniğimizde lenfatik haritalama yöntemini 5 malign melanomlu hastada evreleme ve tedaviyi. yönlendirme amacı ile kullandık. Tc 99m ile işaretlenmiş albümin kolloid perilezyoner olarak intradermik enjekte edildikten sonra lenfosintigrafi çekildi. Operasyon sonrasında Neoprobe 1500 ile tespit edilen sentinel lenf nodlarmın çıkarılması ve patolojik incelemesi sonrası bölgesel lenf nodu diseksiyonıı yapılıp yapılmayacağına karar verildi.
Bulgular: Olgularımızda melanomlarm yerleşimleri occipital bölge, sağ crııris, epigastrik bölge, sol supraclaviküler ve sağ latéral planlar bölgedeydi. Birinci olguda klinik lenfadenopati mevcuttu. Patolojik incelemeler sonrası ilk üç hastaya bölgesel lenf diseksiyonu uygulandı. Lenfadenopatisi olan ve sonradan metastaz gelişen ilk olgu haricinde diğer hastalarda 1,5 yıllık izlem sonrasında nüks tümör oluşumuna rastlanmadı.
Sonuç: Lenfatik haritalama - sentinel lenfadenektomi çalışması prognoz tayininde gerçek evrelemenin yapılabilmesini ve adjuvan terapi için hasta seçimini sağlar. Ayrıca hastaların gereksiz ameliyat olmalarını engelleyerek, morbidité, komplikasyon riskleri ve maliyeti azaltır. Özel ekipman ve tecrübe gerektiren hu teknik malign melanomlıı vakalarımızda tedaviyi yönlendirmek için kullanımımıza girmiştir.
Lymphatic mapping is a method used for determining sentinel lymph node “SLN” which is the first lymph node that efferent lymph canal drained and for searching existence of metasta¬tic disorder, and is still being studied. We used the method of lymphatic mapping on five patients with malignant melanoma for staging and direction the treatment in last 1,5 years, in our clinics. The lymphositography was taken, after perilesioner and intradermal injection of albumin colloid marked with Tc 99m. During the operation, it was decided to excision of SLN which were fixed with Neoprene 1500 and whether to proceed the regional lymph node dissection after pathological study. In our cases, the localization of melanomas were at occipital area, right cruris, epigastric area, left supraclavicular and right lateral plantar area. In the first case, clinical lymphadenopathy could be detected. Regional lymph node dissection were performed first three patients after pathological study. Except the first case which had clinical lymphadenopathy and developed metastases, none of the patients had recurrent disease in 1,5 year follow up period. Lymphatic mapping-sentinel lymphadenectomy study helps decide for proper patient "ion to proceed for regional lymph dissection. Furthermore, it prevent unnecessary operations and reduce morbidity, complication risks and costs. This tecnique which need special equipment and experience has been in use in our clinic in management of melanoma patients.

5.Comparison of effects of additional carvedilol and metoprolol therapy in patients with myocardial infarction on insulin resistance and serum lipid profile
Okcan Basat, Sema Uçak, Erkan Öztekin, Selçuk Şeber, Akm Kürklü, Dilek Argon, Yüksel Altuntaş
Pages 34 - 39
Amaç: Beta blokerlerin kardiyoprotektif etkisi ve irıfarkt alanında azalmaya yol açtığı bilinmektedir. Karvedilolün de bu etkiye sahip olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Amacımız Myokard infarktusü sonrası hastalarda bir alfa-I + non-selektif beta bloker olan karvedilol ile selektif beta blokaj etkisine sahip olan metoprololün insülin direnci ve serum li- pid düzeyleri üzerine olan etkilerini karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma tek merkezli, rcındomize, açık, prospektif bir çalışma olarak planlanmıştır. Koroner Yoğun Bakım Ünitesi‘ ne ağrısının ilk 24 saatinde başvurmuş, ST elevasyonlu MI tanısı almış, vücut kitle indeksi (VKI) =25-30 kg/m2 olan, 30-70 yaş arası toplam 40 hasta çalışmaya alın¬dı. Hastalara standart ASA, romipril nitrat ve atorvastatiıı te¬davisi ile beraber metoprolol 50mg/gün (Grup I, n=20) veya karvedilol I2.5mg/giin (Grup 2, n=20) şeklinde beta bloker tedavisi düzenlendi. Tüm hastalar 12 hafta boyunca izlendi. Hastalarda başlangıç, 4. ve 12.hafta sonunda açlık kan şekeri, serum lipid profili, VKI, C-peptid, insülin ve HOMA-IR değerleri bakıldı.
Bulgular: Metoprolol grubunda HOMA-IR, insülin ve C-pep¬tid düzeyinde 12.hafta sonunda başlangıca (p=0.002, p=().0()8 ve p=0.000, sırasıyla) ve 4.Iıafta sonuna göre (p=0.00I, p=0.64 ve p=0.014, sırasıyla) anlamlı bir artış saptandı. HOMA-IR, C-peptid ve insülin düzeyleri karvedilol grubunda 12.hafta sonunda anlamlı düzeyde azalmıştı (p=0.002, p=0.000, p=0.008, sırasıyla).
Sonuçlar: Çalışmamız myokard infarktüsü sonrasındaki hastalarda başlanan karvedilol tedavisinin insülin direncinde düzelme sağladığını göstermiştir.
Objective: Cardioprotective effects and diminishing the in¬farct size in myocardium is well known features of beta bloc¬king agents. Previous studies showed that cardevilol has the same effects. The aim of our study was to compare the effects of carvedilol; an alpha-] and non "ive beta blocking agent and metoprolol, a "ive beta blocking agent, on insulin resistance and serum lipid levels in patients after myocardial infarction.
Study Design: Forty patients aged between 30 to 70 and BMI=25-30 kg!m2; who attended to our coronary intensive care unit within 24 hours of their angina and diagnosed as myocardial infarction with ST segment elevation are included in our study. Metoprolol 50mg/day (group I, n=20) or carvedilol 6.25mglday (group 2, n=20) was added to their combined therapy of acetylsalicilic acid, ramipril, isosorbide mononitrate and atorvastatin. Patients were followed up for 12 weeks. Baseline to week 4 and week 12 in fasting blood glucose, serum lipid profile, BMI, C-peptide, insulin and HO¬MA-IR levels were measured.
Results: In group 1, after 12 weeks of metoprolol therapy HOMA-IR, insulin and C-peptide levels were significantly higher than baseline (p=0.002, p=0.008 ve p=0.000, respectively) and week 4 (p=0.00I, p=0.64 ve p=0.014, respectively). In group 2, after 12 weeks of carvedilol therapy we observed the significant reduction of HOMA-IR, insulin and C- peptide (p=0.002, p=0.000, p=0.008, respectively).
Conclusion: The data of this study showed that in patients after myocardial infarction, an added carvedilol therapy provided an improvement in insulin resistance.

6.Additional rosiglitazone therapy to other oral antidiabetic combinations or insulin therapy provides metabolic control in patients with type 2 diabetes
Sema Uçak, Okcan Basat, Selçuk Şeber, Akın Kürklü, Çiğdem Yazıcı Ersoy, Yüksel Altuntaş
Pages 40 - 44
Amaç: Bu çalışma, diğer oral antidiyabetiklerle kombine olarak ya da insülin tedavisine ek olarak kullanılan roziglitazon tedavisinin glisemik kontrol ve insülin doz ihtiyacı üzerine olan etkinliğini değerlendirmeyi amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma tek merkezli, randomize, açık, prospektif bir çalışma olarak planlanmıştır. Toplam 90 tip 2 diyabet‘ık hasta çalışmaya dahil edildi. 37-32 yaş arasında, libAlc seviyeleri > %7, C-peptid seviyeleri > 0.6 ng/ml, vü¬cut kitle indeksi (VKİ)=20-40 kg!m2 olan hastalar çalışma grubunu oluşturdu. Dışkıma kriterleri; angina pektoris, kalp yetersizliği, renal yetersizlik, herhangi bir düzeyde hepatik hastalık idi. Hastalar daha önceden oral antidiyabetik (OAD) kombinasyonu (Grup I, n-40) ya da ikili insülin (Grup 2, n=50) tedavisi almakta olup en az 3 aydır kötü glisemik kont¬role sahiptiler (HbAlc > %7). Tüm hastalar benzer yaş ve VKİ değerlerine sahiptiler Hastaların önceki tedavilerine roziglitazon (Avandia®, Glaxo Smith Kline, UK) 4mglgün tedavisi eklendi. Tiinı hastalar 24 hafta boyunca takip edildi.
Bulgular: Birinci grupta eklenen roziglitazon tedavisi 24.hafta sonunda HbAlc düzeylerini başlangıca göre %1.63 oranında düşürdü (p=0.000). İkinci grupta eklenen roziglitazon tedavisi 24.hafta sonunda HbAlc düzeylerini başlangıca göre %0.83 oranında düşürdü (p=0.000). Serum HDL kolesterol seviyeleri çalışma sonunda anlamlı olarak arttı (p=0.000).
Sonuçlar: Çalışmamız roziglitazon tedavisinin oral antidiyabetik ya da insülin tedavisi altında olan kötü kontrole sahip tip 2 diyabetiklerde etkili olduğunu göstermiştir.
Objective: This study tries to evaluate the efficacy of use of rosiglitazone in combination with other oral antidiabetic agents (at least two) or insulin treatment.
Study Design: This was a single centre, randomized, controlled, open, prospective trial. A total number of 90 type 2 diabetic patients, 37-82 years old were eligible for the study if they had HbAlc values over 7%, C-Peptide level greater than 0. 6 nmol/L, BMl between 20-40 at screening. Exclusion criteria were patients with angina or cardiac insufficiency, renal impairment, hepatic disease. Patients has already been treated with OADs (group 1, n=40) or insulin (group2, n=50) twice daily and had similar age and BMl, and a poor metabolic control (HbAl c>7%) under at least 3 months of therapy. A rosiglitazone maleate 4mg/day therapy was added to their previous therapies. All patients were followed up for 24 weeks.
Results: In group 1, additional rosiglitazone therapy reduced HbAlc from baseline by 1.63 percentage points (p=0.000) af¬ter 24weeks. In group 2, additional rosiglitazone therapy reduced HbAlc from baseline by 0.83 percentage points (p=0.000) after 24weeks.
Conclusion: Our study showed that rosiglitazone treatment is both effective in combination OAD or insulin treated patients with type 2 diabetes who have poor metabolic control.

7.Results of inferior oblique muscle weakening surgeries
Semra Hoca, Özge Yabaş, Serra Erbay, Hakan Çiftçi, Şule Ziylan, Inci Daruga
Pages 45 - 48
Amaç: Alt oblik kcısı hiperfonksiyonu olgularında uygulanan cerrahi girişimlerin etkinliklerinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: 15 hastanın 23 gözü çalışma kapsamına alındı. Tüm olguların preop ve post-op horizontal kayma dereceleri prizma örtme ve Krimsky testleri ile belirlendi. Alt oblik hiperfonksiyon miktarları pupillanın üst. kapakla ilişkisine göre (+1 - +4) derecelendirildi. +2 ile +4 arasında hiperfonksiyon tespit edilen gözlerde, alt obliklere geriletme, myektomi veya myotomi uygulandı. En az 6 aylık takip süresi sonunda tam düzelme veya +1 alt oblik hiperfonksiyonu tespit edilmesi cerrahi başarı olarak kabul edildi.
Bulgular: Olgularımızın 11’i primer, 4‘ii sekonder alt oblik hiperfonksiyonu olarak değerlendirildi. 13 hastada alt oblik hiperfonksiyonuna horizontal kayma eşlik ediyordu. 14 göze geriletme, 5 göze myektomi, 4 göze Z myotomi uygulandı. Hastalar ortalama 21 ay (en az 6 ay) takip edildi. Geriletmede %79, myektomide %60 ve Z myotomide %75 başarı elde edildi.
Sonuç: Her üç. cerrahi yöntem alt oblik cerrahisinde kullanılan etkin yöntemler olmakla birlikte, bu çalışmada en başarılı sonuçlar geriletme yönteminde elde edildi. Diğer yöntemlere göre daha kesin ayarlama yapılabilmesi ve gereğinde tekrar operasyona olanak vermesi geriletme yöntemini tercih edilir kılmaktadır.
Purpose: To evaluate the effectiveness of surgical tecniques performed for inferior oblique muscle overaction.
Methods: 23 eyes of 15 patients was included in this study. In all patients the angle of deviation was measured with prizm cover test and Krimsky test. Overaction of the inferior oblique muscles was graded from +J to +4 according to the relationship of the pupil with the upper lid. Recession, myectomy or Z myotomy was performed on eyes having +2 to +4 overaction. Complete loss of overaction or +1 overaction at the end of follow up of at least 6 months was considered as surgical success.
Results: Among 15 patients 11 had primary overaction while 4 had secondary overaction. In 13 eyes inferior oblique overaction was combined with horizontal deviation. 14 recessions, 5 myectomies and 4 Z myotomies were performed. Patients were followed for 6 months to 3 years. Surgical sucsess rates were 79% in recession, %60 in myectomy and %75 in Z myotomy.
Conclusion: All three procedures are effective in weakening the inferior oblique muscle. In our study recession was the most successful. Recession tecnique is our choice of surgery because measurements can be made during surgery and re operation is possible if needed.

8.Giving up smoking and changes in lipid profile
Çiğdem Yazıcı Ersoy, Kerim Küçükler, Ülkü Kerimoğlu, Murat Kemahlı, Sertaç Öztürk, Fatih Borlu
Pages 49 - 52
Amaç: Sigara, koroner arter hastalığının bağımsız ve değiştirilebilir risk faktörlerinden birisidir. Her ne kadar gelişmiş toplamlarda bu konunun önemini kavrayıp sigara karşıtı çalışmalar yapılsa da, sigara içimi halen tiim dünyada en yay¬gın ve önemli toplumsal sağlık problemlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Bugiin elimizde varolan en önemli bilgilerden biri, sigaranın lipid metabolizmasına etki edebilen bağımsız bir risk faktörü olduğudur. Bu çalışmada sigaranın bırakılması ile lipid profilinde oluşan değişiklikler zamana bağlı olarak değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma hastanemize kontrol amacı ile başvuran sigara içeıı ve sigarayı kesin olarak bırakmak iste¬yen 60 kişi üzerinde yapılmıştır. Bireylerin total kolesterol, HDL kolesterol düzeyleri 12-14 saatlik açlıktan sonra, sabah alınan kaıı örneklerinde tayin edilmiş ve tiim bireylerin Total Kolesterol!IIDL kolesterol oranları hesaplanmıştır. Daha sonra sigarayı bırakan bu bireyler: lipid profilleri açısından 1 ve 3 ay sonra tekrar değerlendirilmeye alınmıştır.
Bulgular: Çalışma grubunda yer alan bireylerin yaş ortala¬ması 40.3±11.4 yıl, sigara içme süresi I6.7±7.0 yıl, sigara tüketimi ise (tane/gün) 21.9±6.07 olarak tespit edilmiştir. Si¬garayı bırakmadan öııce bakılan total kolesterol değeri ile si¬garayı bıraktıktan sonra I. ve 3. ayda bakılan total kolesterol değerleri arasında anlamlı bir fark elde edilmemiştir. Ancak sigarayı bırakmadan önce bakılan HDL değeri ile, bıraktık¬tan 1 ay sonra bakılan HDL değeri arasında istatistiksel ola¬rak ileri derecede anlamlı bir değişme kaydedilmiştir. HDL kolesterol değerinin 1. ve 3. ay değerleri arasında ise anlamlı bir fark tespit edilememiştir.
Sonuç: Sigara içimi lipid metabolizmasında ciddi değişikliklere neden olmaktadır. Ancak sigaranın etkisi kalıcı değildir. HDL kolesterol düzeyleri üzerindeki geçici depresif etkisi; sigara içiminin kesilmesi ile 30 gün içinde düzelmeye başlamaktadır.
Purpose: Cigarette is one of the independent and alterable risk factors of Coronary Artery Disease. Despite the importance of this matter has been well comprehended and efforts against cigarette smoking performed in developed societies, it is still an important societal problem. Today, a clear data in our hand is that cigarette smoking is an independent risk factor which can affect the lipid metabolism.In this study.changes in lipid profile in relation to time by giving up smoking have been evaluated.
Materials and methods: This study was conducted on 60 people who smoke cigarettes and are willing to give up smoking out of our hospital staff (physician, nurse and assistant health personnel) and their relatives. Total cholesterol and HDL- cholesterol levels of the individuals were determined in blood samples taken in the morning after 12 to 14 hours of fasting. And the ratios of total cholesterol to HDL- cholesterol of all the subjects were calculated. These individuals were assessed for lipid profiles again I month and 3 months later.
Findings: Mean age, smoking period and daily cigarette consumption of the subjects in our study were 40,3 ± 11,4 years, 16,7 ± 7,0 years and 21,9 ± 6,07 cigarettes per day respectively. There was no significant difference between total cholesterol levels tested before and 1 month and 3 month after giving up smoking. On the other hand, in HDL- cholesterol levels, a statistically highly significant increase was detected / month after giving up smoking compared to before giving up. And there was no statistically significant difference in HDL- cholesterol levels of the individuals between 1 month after and 3 months after giving up smoking.
Conclusion: Cigarette smoking causes serious alterations in lipid metabolism. However the effect of smoking is not permanent. Temporary depressive effect on 11DL- cholesterol levels begins to recover in 30 days after stopping cigarette smoking.

CASE REPORT
9.Placement of self-expending metal stents as a paliative treatment of patients with malignant disphagia: A case report and discussion of literature
Özgür Bostancı, Halil Coşkun, Ece Dileğe, Uygar Demir, Mehmet Mihmanlı
Pages 53 - 55
Malign disfajilerin tedavisinde, Self-Expanding Metal Stent (kendiliğinden genişleyen metal stent) uygulaması inoperahl hastalarda önemli bir tedavi modalitesi olarak kullanılmaktadır. Biz kliniğimizde ösefagus tümörü tanısıyla, disfajisi bulunan bir hastaya başarılı bir şekilde uygulanan steııt uygulamasının bildirerek, bu güncel yaklaşımı literatür eşliğinde irdelemeyi amaçladık.
Self-expanding metal stent placement is an important treatment modality in patients with inoperable tumors and malignant disphagia. In this article we reported a succesfull stent placement in a patient with esophageal tumor causing disphagia and aimed to discuss this current approach.

10.Case report: Magnetic resonance imaging in multicentric focal nodular hyperplasia and associated liver hemangioma and cysts
Ahmet Mesrur Halefoğlu, Zehra Berna Arık, Muhammet Acar
Pages 56 - 59
Fokal nodüler hiperplazi (FNH), kavernöz hemanjiomlardan sonra ikinci en sık görülen benigıı karaciğer tümörüdür ve otopsi serilerinde primer karaciğer tümörlerinin % S’ini meydana getirmektedir. Olgu bildirimizde karaciğerde tipik manyetik rezonans görüntüleme (MRG) özellikleri gösteren iki adet FNH lezyonunu tanımladık. Ayrıca literatürde bildirilen olgulara benzer şekilde eşlik eden bir hemanjiom ile multipl sayıda kistlerin varlığım gösterdik. MRG ile FNH olgularında kesin tanı konulabilmesi biopsi gereğini ortadan kaldırmaktadır.
Focal nodular hyperplasia is the second most common benign liver tumor after cavernous hemangioma, constituting 8 % of primary liver tumors in autopsy series. In our case report, we have described two focal nodular hyperplasia lesions with typical magnetic resonance imaging features. Besides, similiarly to cases in the literature, we have demostrated a concomitant hemangioma and multiple cysts in the liver. Due to magnetic resonance imaging provides a definitive diagnosis in FNH cases, there is no need biopsy.

11.Immediate surgical treatment of interstitial ectopic pregnancy: Report of two sucessful cases
Meltem Tekelioğlu, Alparslan Baksu, Emine Özel, Nimet Göker
Pages 60 - 62
İnterstisyel ektopik gebelik naclir görülmekle birlikte, mortalitesinin yüksek olması nedeniyle önem taşır, interstisyel gebeliğe acil yaklaşımda, radikal ya da konservatif, açık ve laparoskopik cerrahi tedavi seçenekleri vardır. Kliniğimize başvu¬ran iki interstisyel gebelik olgusunda acil cerrahi girişim gerekli görülmüş ve laparatomi ile kornual rezeksiyon başarıyla uygulanmıştır. İnterstisyel gebeliğe acil cerrahi yaklaşımda konservatif açık cerrahi güvenle uygulanabilecek bir tedavi yöntemidir.
Interstitial ectopic pregnancy is a rare but disasterous antity because of its high mortality rate. Immediate management of interstitial pregnancy includes radical or concervative open and laparoscopic surgical options. For two patiens with interstitial pregnancy who administered to our clinic, surgical treathment was indicated and cornual resection with laparotomy was performed successfuly. Concervative open surgical treatment is a safe prosedüre for immediate treatment of interstitial pregnancy.

12.Case report: Persistent mullerian duct syndrome
Canan Tanık, Tuğba Taşkın, Mehmet Yalçın
Pages 63 - 65
Herni uteri inguinal e olarak da bilinen Persistan Müller Ka¬nal Sendromu (PMKS) internal erkek pseudohcrmafroditizmi- nin bir formudur ve AMH (Antimüllerian hormon) yetmezliği, AMH reseptör defekti veya sekresyonunda zamanlama defek- tine bağlı olarak gelişir. Bu sendrom familyal olup muhteme¬len otozomal resessif veya X’ e bağlı resesif geçişlidir. PMKS’li hastalar fenotipik erkeklerdir. Bilateral kriptoorşitizm veya unilateral testiküler ektopi ile ilişkili kontrlateral inguinal herni mevcuttur. Utenis ve tubaların varlığı genelde cerrahi sırasında farkedilir. Kriptoorşitizm ön tanısıyla opere edilen iiç aylık erkek çocukta operasyon materyalinin incelenmesi sonucu PMKS tesbit edildi. Literatür bilgileri eşliğinde olguyu araştırmak ve birlikte tartışmak amacı ile sunuldu.
Persistent mullerian duct syndrome also named as hernia uteri inguinale is a form of internal male pseudohermafroditsm and may result from the failure of synthesis or release of AMH, defect of AMH receptors or the defect in the timing of the release of AMH. This syndrome is an inherited disorder, it is usually transmitted as a recessive autosomal trait or X linked trait. Patients affected with PMDS are phenotypic males with either bilateral cryptoorchidism or unilateral testicular ectopia associated with inguinal hernia on the contralateral side. The presence of uterus and tubes is usually discovered at surgery. Three month old male child operated for cryptoorchidism and found out to be PMDS after the examination of the operation material is reported. This is a comprehensive review of the literature with evaluation of the clinical features.

LookUs & Online Makale