ISSN : 1302-7123 | E-ISSN : 1308-5123
Şişli Etfal Tıp Bülteni - Med Bull Sisli Etfal Hosp: 45 (4)
Cilt: 45  Sayı: 4 - 2011
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
HbA1c’nin akut koroner sendrom (AKS) geçirmiş hastalarda erken mortaliteye etkisi
The independent prognosting value of HbA1c leves effects on early mortality in patients with acute coronary syndrome (ACS)
Güzin Zeren Öztürk, Öykü Aksoy, Osman Kara, Tülin Kurt, M. Ali Çıkrıkçıoğlu, Mustafa Çakırca, Tufan Tükek
Sayfalar 115 - 118
Amaç: Glukoz regülasyonunu gösteren HbA1c’nin AKS geçirmiş hastalarda erken mortaliteye etkisini araştırmaktır.
Metod: 2006 yılında alınan etik kurul onayından sonra Vakıf Gureba Hastanesi koroner yoğun bakım ünitesine (KYBÜ) akut koroner sendrom tanısıyla yatan 500 hasta dosya tarama yontemiyle değerlendirmeye alındı. Kronik böbrek yetmezliği, kronik kalp yetmezliği, diyabet, siroz, aritmi gibi erken dönem mortaliteyi etkileyecek hastalıkları olan hastalar çalışmaya alınmadı. Tüm hastaların yoğun bakıma yatırıldığı andaki biyokimya tahlilleri ile KYBÜ ünitesinde kaldığı süredeki ölümleri ve taburcu olduktan bir ay sonraki poliklinik takipleri incelendi. Poliklinik kontrolüne gelemeyen hastalar ise kontrol ve durum sorgulaması amacıyla telefonla arandı.
Bulgular: HbA1c düzeyleri en düşük %4,18 en yükseği %12,58 olmak üzere ortalama 6,71 idi. Hastaların KYBÜ takibinden sonra 1. ayda poliklinik kontrollerinin incelenmesi ve gelmeyen hastaların telefonla aranması sonucu 23 hastanın AKS sonrasında ilk 1 ay içersinde kardiyak nedenlerle kaybedildiği ve bu hastaların 13 ‘ünün erkek 10’unun kadın olduğu saptandı. Ölen hastaların tüm değerleri ile hayatta kalan hastaların tüm değerleri karşılaştırıldığında; ölen hastaların ilk gelişteki kan şekeri ve üre değerlerinin hayatta kalanlara oranla yüksek olduğu tespit edildi (kan şekeri için 135±80, 189±119 mg/dl; p=0,041 üre için 43,79±24,75; 68,91±30,72 mg/dl, p< 0,001). Oysa HbA1c leri karşılaştırıldığında arada anlamlı fark olmadığı tespit edildi (6,71±2,07; 6,6±1,6 p= 0,917).
Sonuç: Akut koroner sendrom geçiren hastalarda HbA1c değeri erken mortaliteyi belirlemede etkin bir parametre değildir. Ancak başlangıçta ölçülen kan şekeri ve üre değeri erken mortaliteyi belirlemede etkili gibi görünmektedir.
Aim: HbA1c is a mark shows chronic glucose dysregulation. We investigated the independent prognosting value of HbA1c leves in predicting early mortality in patients with acute coronary syndrome (ACS).
Method: This was a single center,retrospective study carried up at Vakif Gureba Training and Research Hospital. Five hundred patients who admitted to coronary intensive unit(CIU); because of ACSwere evaluated. We excluded patients who have chronic diesease which may affect the mortality (such as chronic heart failure, chronic renal failure, arrhythmia, Diabetes Mellitus, and cirrhosis). Their first CIU labratory measurements were analyzed and compared. Their first month polyclinic control documents searched to learn their health status. When we determined that the patient did not come to control we contacted his/her home number and taked information about patient’s health.
Results: In this retrospective study, 500 patients who admitted to coronary intensive unit(CIU) because of ACS were evaluated. The highest HbA 1c value was 12,58% and the lowest finded value was 4,18% (avarage was 6,71%). The patient who didnt come to one month polyclinic control after ACS; phoned from homephone to learn about his/her health. Twenty three of them died (13 were male and 10 were female). When died and alive patients compared;the 1st admission blood glucose and BUN levels of patients that died were higher than those not died after 1 month of follow-up (189±119 versus 135±80mg/dL, p=0,041 and 68,91±30,72 versus 43,79±24,75 mg/dl, p< 0,001, respectively). But there was no significant difference in HbA1c levels between these two groups (6,6±1,6 versus 6,71±2,07%, p= 0,917).
Conclucion: In our study on acute coronary syndrome, admission blood glucose,BUN, creatinin, and HbA1c values were compared in patients that died and still alive after 1 month of CIU admission. There was no correlation between admission HbA1c values and early mortality in these patients. On the other hand, admission blood glucose and BUN values were correlated with early mortality of these patients.

2.
Çocuklarda çölyak hastalığının tanı ve takibinde doku transglutaminaz-IgA antikorunun yeri
Evaluation of tissue transglutaminase IgA antibody in diagnosis and following up of celiac disease in children
Seda Geylani Güleç, Nafiye Urgancı, Filiz Gül, Merve Emecen, Ela Erdem
Sayfalar 119 - 123
Amaç: Pediatrik çölyak hastalarında yüksek duyarlılık ve özgüllüğe sahip, maliyeti daha düşük, uygulanımı kolay bir tanı algoritması geliştirilmeye çalışılmaktadır. Çalışmamızda hızlı ve pratik olarak parmak ucundan uygulanan çölyak hastalığı testinin diğer testler ile ilişkisi ve diyet monitorizasyonundaki etkinliğinin saptanmasını amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Olguların 33 (%64.7)’ü kız, 18 (%35.3)’i erkekti ve yaşları 1-17 (6.59±4.51) yıl arasındaydı. Tüm olgular üst gastrointestinal sistem endoskopisi ile çölyak hastalığı tanısı almışlardı. Selektif IgA eksikliği hiçbir olguda yoktu. Hastaların 36 (%70.6)’sı diyete uyumluyken, 15 (%29.4)’i diyete uyumsuzdu. Doku transglutaminaz (tTG) IgA antikoru, “Biocard Celiac Test” (AniBiotech, Vantaa, Finland) ile immunokromatografik yöntemlebelirlendi. İstatistiksel analizler NCSS 2007 programı ile yapıldı.
Bulgular: tTG IgA testi 24 hastada pozitif, 27 hastada negatifti. Tanı koymada tTG IgA antikor pozitifliği ile antigliadin (AGA) IgG ve antiendomisyum (EMA) IgA antikor düzeyleri arasında uyum olduğu saptandı. Diyete uymayan grubun %100’ünde tTG IgA testi pozitif iken diyete uyan grubun %75 (n=27)’inde test negatif bulundu (p=0.002). Diyete uyan ve uymayan olgular arasında AGA IgA, AGA IgG ve EMA IgA antikor düzeyleri açısından anlamlı fark gözlenmedi (p=0.119, p=0.083, p=0.419). AGA IgA ile AGA IgG düzeyleri arasında anlamlı fark yoktu (p=0.241). AGA IgA ile EMA IgA arasında istatistiksel anlamlı ilişki gözlendi (p=0.001). AGA IgG ile EMA IgA arasında anlamlı
ilişki yoktu (p=0.098).
Sonuç: Kolay uygulanan ve ucuz bir test olan doku transglutaminaz IgA antikorunun kromatografik tespiti, çölyak hastalığı tanısı koymada duyarlı ve spesifik bir test olan EMA IgA ile uyumluluk göstermektedir. tTG IgA testi, diyete uymayan olguları iyi tespit ederken, diyete uyan olgularda yanlış pozitiflik verebilmektedir. Bu durumda hastalar klinik ve laboratuvar bulgularıyla tekrar değerlendirilmelidir.
Aim: It is studied to challenge a costeffective, easy applicable, diagnostic algorithm that has high spesivity an sensitivity in pediatric patients with celiac disease.In our study we aimed to determine the relationship between a quick and easy finger tip celiac disease test and the other tests in addition to effective of diet monitorization.
Patients and Method: 33 (64.7%) of the cases was girl and 18 (35.3%) was boy and the patients were 1-17 (6.59±4.51) years old. All of the patients were diagnosed as celiac disease by upper gastrointestinal endoscopy. There is no patient detected with selective IgA deficiency. 36% of patients were adapted to diet and 15% was not. Tissue transglutaminase (tTG) IgA was performed by immuno-cromatographic method called Biocard Celiac test (AniBiotech, Vantaa, Finland). Statistical analysis were done with NCSS 2007 programme.
Results: tTG IgA test was positive in 24 and negative in 27 patients. tTG IgA, antigliadin antibody (AGA IgG) and antiendomisium antibody (EMA IgA) were consistent as diagnosing methods. tTG IgA test was 100% positive in diet non adapted group where as 75% was negative in diet adapted group (p=0.002). There is no statistical difference in terms of AGA IgA, AGA IgG and EMA IgA in diet adapted or non adapted gruops (p=0.119, p=0.083, p=0.419). There is no difference between AGA IgA and AGA IgG (p=0.241). There is statistical difference between AGA IgA and EMA IgA (p=0.001) and no statistical difference was detected between AGA IgA and IgG (p=0.098).
Discussion: Cromatographic detection of tissue transglutaminase which is an easy applicable and cheap test is consistent with EMA IgA test which is spesific and sensitive at diagnosing. tTG IgA test is sensitive in diet adapted group however could be assessed as false positive in diet adapted group. In this case patients should be reassesed with their clinical and laboratuary findings.

3.
Hastanede yatan üç yaş altı çocuklarda malnütrisyon durumunun değerlendirilmesi
Evaluation of malnutrition in hospitalized children under three years old
Seda Geylani Güleç Geylani Güleç, Nafiye Urgancı, Sinem Polat, Gülperi Yağar, Nihal Hatipoğlu
Sayfalar 124 - 129
Amaç: Hastanemiz çocuk kliniğinde yatırılarak izlenen olgularda malnütrisyon sıklığının ve derecesinin, enfeksiyonla ilişkisinin belirlenmesi.
Hastalar ve Yöntem: 1 Ocak 2011- 15 Kasım 2011 tarihleri arasında yaşları 1-36 ay arasında olan 260 olgunun antropometrik ölçümleri retrospektif olarak değerlendirildi. Gomez ve Waterlow sınıflamalarına göre bu ölçümlerin hesapları yapılarak malnütrisyon dereceleri belirlendi. Doğum ağırlığı 2500 gr’ın altında olanlar ve prematüre doğanlar çalışmaya alınmadı.
Bulgular: Çalışmaya alınan olguların yaş ortalaması 9.9±8.9 ay olup, 109 (%42)’u kız, 151 (%58)’i erkek idi. Olguların %47.3’ünde malnütrisyon saptandı. Gomez sınıflamasına göre bunların 83 (%32)’ü hafif, 24 (%9.2)’ü orta, 16 (%6.1)’sı ağır derecede malnütrisyonlu, 137 (%52.7)’si normal idi. Ağır malnütrisyonlu tüm hastalar bir yaşından küçüktü. Waterlow sınıflamasına göre olguların %20.4 (n=53)’ü akut, %19.2 (n=50)’si kronik, %7.7 (n=20)’si akut-kronik malnütrisyon olarak tanımlandı. Tüm olguların %66.5 (n=173)’u enfeksiyonla ilişkili nedenlerle yatırılmıştı. Malnütrisyon saptanan 123 olgunun %74.7 (n=92)’si enfeksiyonla ilişkili olup, bu enfeksiyonlar içinde en sık bronşiyolit (%49), pnömoni (%34.8) ve akut gastroenterit (%5.4) tespit edildi.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre hastanede yatan çocuklarda halen malnütrisyon sıklığını yüksek bulmamız nedeniyle her çocuğun yatış nedenine yönelik incelemelerinin dışında beslenme yönünden değerlendirilmesi gerektiği ve bu şekilde malnütrisyonun erken tanı ve tedavisinin çok önemli olduğu kanısına varılmıştır. Ayrıca başta solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere enfeksiyonlar malnütrisyona yol açabilir ya da malnütrisyonu daha da ağırlaştırabilir. Enfeksiyonlar ve malnütrisyon birbiriyle yakın ilişkili ve kısır döngü halindedir. Bu nedenle özellikle enfeksiyon nedeniyle izlenen olguların beslenme durumlarına ve antropometrik ölçümlerine dikkat edilmelidir.
Objective: To determine the frequency and degree of malnutrition and its relationship with infections in hospitalized patients under 3 years old in our hospital pediatric inpatient clinic.
Methods: Antropometric measurements of 1-36 month old 260 cases hospitalized between January 1, 2011 and November 15, 2011 were evaluated retrospectively. According to Gomez and Waterlow classification, these measurements were calculated and malnutrition levels were determined. Pre-term patients and patients under 2500 gr birth weight were excluded in the study.
Results: The mean age of the cases included were 9.9±8.9 month and 109 (42%) of total patient were girls and 151 (58%) patients were boys. Malnutrition was detected in 47.3%. According to Gomez classification, 83 (32%) of the cases had mild, 24 (9.2 %) had moderate and 16 (6.1%) had severe malnutrition and there was no malnutrition in 137 (52.7%) patients. All of the patients with severe malnutrition were under one year old. According to Waterlow classification 20.4% (n=53) was defined as acute malnutrition, 19.2% (n=50) as chronic and 7.7% (n=20) as acute-chronic malnutrition. 66.5% (n=173) of all patients were hospitalized owing to various infection. It iwas defined, 123 patients with malnutrition were associated with infection and the most frequent infections determined were bronchiolits (49%), pneumenia (34.8%) and acute gastroenteritis (5.4%).
Conclusion: The results of our study showed the frequency of malnutrition in hospitalized patients is still very high and therefore beside investigation of the hospitalization reason, the all hospitalized patients should be evaluated in terms of nutrition and with this way early diagnose and treatment of malnutrition would be provided. Furthermore, infections (especially respiratory infections) could lead to or aggravate the malnutrition. Infections and malnutrition are affiliated and in vicious circle. Therefore nutrition status and antropometric measurements should be considered in all patients with infections.

4.
İstanbul Kağıthane Devlet Hastanesi’nde 1-12 yaş grubu erkek çocuklarında anemi sıklığının değerlendirilmesi
Evaluation of anemia prevalence in 1-12 old age group male children in Kagithane district of Istanbul
Gülsen Meral, Ayşegül Uslu, Faruk Akçay, Eylem Erzurumlu
Sayfalar 130 - 133
Amaç: 1-12 yaş grubu erkek çocuklarında anemi sıklığını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntemler: Araştırmaya Kağıthane Devlet Hastanesi’ne Haziran ve Temmuz 2011 tarihleri arasında sünnet olmak amacıyla başvuran 450 sağlıklı erkek çocuk alındı. Bu hastaların hemoglobin değerleri yaş gruplarına göre incelendi. İstatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS (Power Analysis and Sample Size) 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı.
Bulgular: Olguların %6,4’ünde düşük hemoglobin düzeyine rastlandı. Bu düşük hemoglobin düzeyine sahip 29 çocuğun içinde en büyük oranın 18 (%62,06) kişi ile 5 yaş altı çocuklarda olduğu saptandı.
Sonuç: Türkiye’de bundan önce yapılmış çalışmalarda anemi sıklığının daha yüksek olduğunu ancak yıllar geçtikçe düşüş gösterdiğini söyleyebiliriz. Özellikle 2004’de Sağlık Bakanlığı’nın başlatmış olduğu “Demir Gibi Türkiye” kampanyasıyla birlikte çocuklara profilaktik olarak demir preparatlarının verilmesi anemi insidansındaki bu düşüşün önemli bir etkenidir. Bu düşüşle beraber yine de çocuklarda az da olsa anemi görülme oranı devam etmektedir.
Bu nedenle hekimlerin rutin olarak çocukların büyüme ve gelişmesini takip ederken “hemogram” baktırmalarının
önemli olduğu düşüncesindeyiz.
Aim: Evaluation of anemia prevalence among 1-12 year-old age group of male children.
Materials and Process: 450 healthy male children, who applied for circumcision in June and July 2011, in Kağıthane District of İstanbul, were included in this study. The hemoglobin levels of these children were analyzed according to their age groups. NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS (Power Analysis and Sample Size) 2008 statistical software (Utah, USA) programs were used for statistical analysis.
Findings: Low hemoglobin levels were found in 6,4% of the cases. Of 29 children, 18 (62,06%) children smaller than 5 years of age were found to have low hemoglobin levels.
Conclusion: We can say that anemia prevelance in former studies in Turkey was higher but as the years pass it is declining. A major factor in declining anemia prevelance is the campaign “TURKEY LIKE IRON”, which provided children iron preparations, iniated by Ministry of Health in 2004. Although there is a decline in prevelance; anemia cases are stil seen in low levels. Therefore, we believe in the importance of routine measurements of hemoglobin levels by physicians as they follow the growth and development of children.

OLGU SUNUMU
5.
Fekal impaksiyona bağlı spontan kolon perforasyonu
Spontaneous colon perforation due to fecal impaction
Murat Kalaycı, Aclan Özder, Dilek Toprak
Sayfalar 134 - 137
Konstipasyon ve fekal impaksiyon özellikle yaşlı hasta grubunda sıkça görülebilmektedir. Fekal impaksiyona bağlı kolon iskemisi ve perforasyon ise, oldukça nadir görülen bir durumdur. Komplike olmamış fekal impaksiyon vakalarında cerrahi müdahaleye nadiren gerek duyulur ve bu durum literatürde de az sayıda bildirilmiştir. Bu olgumuzda Genel Cerrahi polikliniğine karın ağrısı ve karında şişkinlik şikayetleriyle başvuran yaklaşık on gündür defekasyonu olmayan, ilk başvurusunda elle halas uygulanarak ertesi gün taburcu edildikten üç gün sonra ani başlayan karın ağrısı ve karında şişkinlik şikayetleriyle Acil Servise başvuran ve çekilen karın tomografisi sonucunda sigmoid kolonda fekalom ve perforasyon saptanarak sol hemikolektomi ve Hartmann prosedürüyle kolostomi uygulanan hasta sunulmuş ve güncel literatür eşliğinde tartışılmıştır.
Constipation and fecal impaction, can be seen frequently especially in elderly patients. On the other hand, colonic ischemia and perforation due to fecal impaction is a rare condition. Uncomplicated cases of fecal impaction rarely requires surgical intervention, and a few in this situation have been reported in the literature. In this case, a patient who admitted to general surgery clinic for about ten days without defecation, complaints of abdominal pain and abdominal bloating; in his first application manual extraction of petrified feces was performed and next day discharged from the hospital; three days after applied to the Emergency Service with the sudden onset of abdominal pain and abdominal bloating complaints; and after abdominal computed tomography imagining, fecaloma and perforation in the sigmoid colon identified; and colostomy with Hartmann procedure was performed after left hemicolectomy; is presented and discussed with the current literature.

6.
Topikal steroid kullanımına bağlı gelişen iyatrojenik Cushing sendromu; olgu sunumu
Iatrogenic Cushing syndrome due to topically used steroid; case report
Meltem Uğraş, Tolga Altuğ Şen, Özlem Güraksın, Faruk Alpay
Sayfalar 138 - 141
Diaper dermatit ve atopik dermatit bebeklik döneminde sık görülen problemlerdir ve tedavilerinde steroid içeren merhemler kullanılmaktadır. Potent steroid içeren preparatların gereğinden uzun süreli kullanımı sonucunda adrenal bezin fonksiyonları baskılanabilmekte ve özellikle süt çocuğu döneminde topikal steroidlerle iyatrojenik Cushing sendromu gelişebilmektedir. Burada kortikosteroid içeren merhemlerin uzun süreli kullanımı sonrasında Cushing sendromu gelişen 7 aylık kız olgunun sunumu yapılarak topikal kortikosteroid kullanımında dikkatli olunması gerektiği vurgulanmıştır.
Diaper dermatitis and atopic dermatitis are frequent problems of infants in which pomades containing corticosteroids are used for the therapy. Prolonged use of potent corticosteroids supress adrenal functions and iatrogenic Cushing syndrome may develop especially in infants who uses topical corticosteroids. Here we reported a 7 months old girl with Cushing syndrome that developed after the prolonged use of pomades containing topical corticosteroid and so we emphasized to be cautious about the use topical corticosteroids.

DERLEME
7.
Neonatoloji bakış açısı ile prematüre retinopatisi
Retinopathy of prematurity via neonatology perspective
Sinan Uslu, Ali Bülbül
Sayfalar 142 - 152
Prematüre retinopatisi (PR) primer olarak prematüre bebekleri etkileyen, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocukluk çağında ağır görme bozukluklarına yol açan önemli bir göz hastalığıdır. Prematüre retinopatisi bifazik patogenezi olan retinal vaskular hastalıktır. İlk fazda, relatif hiperoksi vazo-obliterasyona ve damar hasarına yol açar. İkinci faz hipoksinin tetiklediği retinal ayrılma ve körlükle sonuçlanan neovaskülarizasyon ile karakterizedir. Mevcut tedavi yöntemlerinin amacı anormal neovaskülarizasyonun doku hasarına yol açan olumsuz sonuçlarını sınırlamaktır. Bu derlemede, PR risk faktörleri, patogenez, yaklaşım ve mevcut tedaviler neonatoloji bakış açısı ile tartışıldı.
Retinopathy of prematurity (ROP) is the major ocular disorder of the neonate that primarily affects premature infants and the dominant cause of severe visual impairment in childhood especially in developing countries. ROP is a biphasic retinal vascular disease. In the first phase, relative hyperoxia results in vaso-obliteration and vessel loss. The second phase is characterized by hypoxia-induced neovascularization resulting in retinal detachment and blindness. Present therapeutic modalities to limit the adverse consequences of aberrant neovascularization are tissue-destructive. In this review, we discuss risk factors, pathogenesis, management, and available treatments of ROP, with the perspective of neonatology.

LookUs & Online Makale